Bir "19 Mayıs", ikindi vakti...
Bu ülke topraklarından bir Türkan Saylan geçti. İnsanlığıyla, hekimliğiyle, anneliğiyle, kitaplarıyla, ödülleriyle, toplumsal çalışmalarıyla... Ve cömertçe sunduğu, hiç kimseden esirgemediği o sıcacık şevkatiyle.
Kağıthane'nin tam da bir köy olduğu yıllarda; çınar ağaçlarının gölgesinde ve coşkulu akan çağlayanların serinliği altında iki çocuk dünyaya gelir taştan bir evde. Haliyle, en çok da Çınar ve Çağlayan isimleri yakışır Türkan Saylan'ın biricik çocuklarına. 2009 yılının Mayıs ayında aramızdan ayrılan Türkan Saylan horozlarla, tavuklarla ve ineklerle tam bir köy hayatının içindedir ama ne fayda! Sürekli çalıştığı için hem o hayatın tadını çıkaramaz hem de çocuklarıyla istediği gibi vakit geçiremez. Çocuklar ise babaannelerine emanettir her gün. Bir zaman sonra anne ve babanın ayrılığıyla her şey değişir. Tabii evler de...
Türkan Saylan, Nişantaşı'nda Vali Konağı Caddesi'nde bir eve taşınırken, eşi de aynı caddenin diğer ucundaki bir eve yerleşir. Çocuklar için anne ve babanın evleri iki farklı dünya gibidir. Babanın evinde klasik, disiplini bol bir aile hayatı hüküm sürerken, annenin evinde ise bambaşka bir dünya vardır. Anne, anneanne ve teyzeler birliktedir. Sabah herkesin işe gittiği, daha özgür bir evdir burası. Fırsat buldukça annelerinin evine gelmeleri de bu yüzdendir. Fakat Türkan Saylan bir heykeltraş olan Cevdet Bilgin ile evlenince çocuklar için de anneleriyle daha düzenli bir hayat başlar. Yine de Türkan anne, "ben çocuklarımı ihmal ettim" der durur. Oysa oğlu Çınar, annesinin ölümünden sonra Milliyet gazetesine verdiği bir röportajda şu anlamlı sözlerle hiç de böyle bir ihmal olmadığını dile getirir: "Evet, bize üç öğün yemek yapmadı. Ama annelik çocuğunun ufkunu açmaksa, geleceğini yönlendirmekse, bir insanın insan olmasını sağlamaksa yüzde yüz yaptı. Ben zaten annemden günde üç öğün yemek yapmasını hiçbir zaman istemedim. Çocukken de çok bağımsızdık, oturur peynir ekmek yerdik."
Türkan Saylan'ın bir sonraki evi, hayatının son günlerini geçirdiği, penceresinden el salladığı o anı hiç unutamayacağımız Arnavutköy'deki evi olur. Hiç kıramadığı iki oğlunun okuldan üç arkadaşının da uzunca bir süre kalmasına izin verdiği ev de orasıdır. Sadece çocuklarının arkadaşlarına değil; hiç kimsenin cesaret edemediği cüzzam hastalarına da aynı şevkatle, aynı cömertlikle yaklaşır. Deri ve Zührevi Hastalıklar Uzmanı olarak yıllarca şifa dağıtmak için canla başla çalışan o Cumhuriyet aydını, kanserin pençesine düştüğünde ise bir adım bile geri atmaz. 17 yıl boyunca hem kanserle hem hastalıklarla hem de cehaletle savaşır. 74 yaşında bir sabah erkenden aramızdan ayrıldığında, son günlerini hiç kimsenin kabul edemeyeceği şekilde hayli zor geçirse de yorgun değildir, güçlüdür ve "cömert"tir her zamanki gibi.
Ülkesinin geleceği olarak gördüğü gençlerin eğitimi için yıllarca emek veren Prof. Dr. Türkan Saylan, kurtuluş mücadelesinin başladığı ve gençliğe ithaf edilen o gün, "19 Mayıs" günü toprağa verilir. Onun yolundan yürümekte kararlı, umut dolu gençlerin "cömert" kalabalığı eşliğinde...
14 Ev 14 Hayat
TÜRKAN SAYLAN