BORÇLUYUZ SANA İSTANBUL!
Ayhan Sicimoğlu, son albümü En Estambul'da, yaşadığı şehre adıyor müziğin her bir notasını. Sadece müzisyen kimliğiyle öne çıkmıyor; aynı zamanda dalgıç, yelkenci, gezgin, radyo-televizyon yapımcısı, ressam, fotoğrafçı... Renkli kişiliği, Latin müziğinin olağanüstü ezgileriyle hayatımıza çok özel tatlar katan, değerli sanatçımız İstanbul'un dünyaya armağanı…
1960'lı yılların başı... Sinema salonları tıklım tıklım dolu, oturacak tek bir yer yok. Salondaki hanım izleyiciler mendillerini çoktan hazırlamışlar bile. Çünkü bir aşk hikayesi tüm romantizmiyle dev perdenin üzerine akmaya başlayacak; siyah-beyaz... Başrollerde; sinemamızın sultanı ve altın çocuğu var; Türkan Şoray-Göksel Arsoy. Yan rollerden birinde ise, salıncakta sallanan küçük bir çocuk...
O günlerde filmlerin başrolünde olmasa da, bugün müzik dünyamızın başrollerindeki en güçlü isimlerden biri o. Henüz çocukken küçük bir rolle kamerayı tanıyan; ancak sonra televizyonla sıkı bir dostluk kuran, hayatını notalarla dolduran, sadece bununla da yetinmeyip sürekli merak eden, merak ettikçe de pek çok işe soyunan Ayhan Sicimoğlu ile İstanbul ve İstanbul'daki yaşam üzerine keyifli bir söyleşi yaptık...
Sizi tanımlamak gerçekten zor... Müzik dışında da yaptığınız pek çok iş var. Hangisini ana mesleğiniz olarak görüyorsunuz?
Bu zor bir soru. Televizyondaki röportajlarımda da sorarlar hep, "ekranda isminizin altına ne yazalım?" diye. Ben de "sadece ismimi yazın" derim. Televizyon programı yapıyorum, radyo programcılığı yaptım ama tabii ki müzik benim hayatımda çocukluğumdan beri hep vardı; ortaokul yıllarıma kadar uzanıyor.
Müziğe olan bu ilginiz yıllar sonra kızınıza da geçti. Hatta son albümünüzde birlikte çalıştınız...
Evet ama albüm için zor ikna ettiğimi söylemeliyim. Mükemmel bir sesi var, onunla gurur duyuyorum. Tabii konservatuarlı olduğu için sıkı bir disiplin anlayışı var; "notaları iyi basmadınız", "şurayı iyi çalamadınız" gibi uyarıları olmuyor değil...
Pek çok İstanbullu şehrine sahip çıkmazken, siz yeni albümünüzde "Boçluyuz Sana İstanbul" diyorsunuz... İstanbul sizin için nasıl anlamlarla yüklü?
Hüzünle... Hüzün diyorum; çünkü İstanbul'un yıllardır süregelen, tedavisinin gittikçe zorlaştığını gördüğüm salgın bir hastalığı var: Göç kanseri... Şehir idarecilerine her zaman söylediğim bir şey vardır; insanlara şehirlerin içinde alışveriş merkezleri vermeyin, mutluluk verin. Elbette alışveriş merkezleri olmasın demiyorum fakat şehirler planlanırken, büyük kalabalıkları çeken bu tip yerlerin şehirlerin dışına konumlandırılması gerektiğini söylüyorum. Mesela New York'ta artık şehrin içine alışveriş merkezi yapılmasına izin verilmiyor. Şehirde yaşarken kaldırımda yürüyebiliyor muyum, yürürken kafama bir şey düşer mi, arabam için park sorunu yaşıyor muyum? Bu sorulara verdiğiniz cevap, sizi şehir yaşamında mutlu etmiyorsa yanlış giden bir şeyler var demektir.
Ayhan Sicimoğlu
Talas'ta Amerikan Okulu'na gitti. Ardından Tarsus Koleji'nde yatılı okudu. İki yıl Hacettepe Üniversitesi'ndeki eğitiminin ardından 1972 yılında Temel Bilimler Fakültesi'nde ekonomi okudu. İngiltere'de fotoğraf ve sinema üzerine eğitim aldı. İtalya'da beş yıl kaldı ve moda fotoğrafları çekti.
Okul yıllarında başladığı davul çalma merakını yurtdışında da sürdürdü. Londra'nın meşhur "White Funk" grubu 'Kokomo" ile beraber çaldı. Beş yıl kaldığı Roma'da önemli isimlerden müzik dersleri aldı. New York'ta yedi yıl boyunca radyoların ve Latin kulüplerin aranan ismi oldu. Latin All Stars grubunu kurdu. Türkiye'de radyo ve televizyon programcılığı yaparak herkesin beğenisini topladı.
Sizin çocukluğunuzda Anadolu yakasında nasıl bir İstanbul vardı?
O yıllarda bugünkü gibi alışveriş merkezleri yoktu. 35 yıl önce Yeniköy'de oturmaya başladım fakat dönem dönem yurtdışı seyahatlerim nedeniyle İstanbul'dan ayrılıyordum. Fakat öncesinde ailece Anadolu tarafında bir konakta oturduk ve o yıllarda Beyoğlu da İstanbul'un alışveriş merkeziydi. Hatta Beyoğlu'na İstanbul denirdi o zamanlar. Beyoğlu'na, yani İstanbul'a alışverişe gitmek için özel hazırlıklar yapılırdı, insanlar çok şık giyinirlerdi; adeta bir ritüeldi bu. Fakat bugünün İstanbul'unda yerel yönetimlerin eksik kaldığı noktalar nedeniyle İstanbul'un her köşesi İstanbul oldu.
Peki konaktaki günlük yaşama dair neler hatırlıyorsunuz?
Gelen satıcıları hiç unutmuyorum. Arnavut bir manavımız vardı, taze sebze ve meyveler için konağa uğrardı. Her sabah bir madam gelirdi, Rum bir balıkçı. Genelde bu işi Rumlar yapardı. Zaten bizdeki balık adlarının hepsi Rumcadır. Mesela Ahtapot; "okta podi" diye geçer Rumca'da. Yani "sekiz ayak" demektir. Fakat yemek isimleri tam tersi Türkçe'dir. Girit'e yemek festivaline gitmiştim. Dört masa vardı; Lübnan, Beyrut, Yunan ve Girit masası... Yunan masasına uğradım, yemekleri sordum nedir bunlar diye. Görevli saydı tek tek; köftedez, karpuzi, maydano, biberi,... Tabii bunlar hep doğal aslında; çünkü hepsi Osmanlı'nın hakim olduğu ortak coğrafyanın ortak bir ürünü.
Yaşadığı her şehri sonuna kadar soluyan bir kişi olarak İstanbul'u toplu yaşam alanlarının yönetimi açısından nasıl görüyorsunuz?
Dünyada pek çok yeri gezdim, pek çok şehirde kalma fırsatım oldu. Yurtdışında, özellikle Avrupa ve Amerika'da tüm binalar profesyonel şirketler tarafından yönetiliyor. Çünkü şehir yaşamında, dediğim gibi mutluluk her şeyden önce geliyor. Yaşadığınız şehrin sizi mutlu etmesi gerekiyor. Bu da o şehirde, yaşadığınız apartmandan başlıyor aslında. Şehirde mutlu yaşamanın kuralları olduğu gibi, apartmanda da mutlu yaşamanın kuralları var. Yaşadığım şehirde o kuralların herkesin mutluluğu, sağlığı ve güvenliği için en doğru biçimde yerine getirilmesini amaçlayan böyle bir profesyonel şirketin olması ve işini dergi çıkararak sektöre imzasını atacak kadar ciddiyetle yapması çok sevindirici.
Dünyanın pek çok yerini gezdiniz. Geriye baktığınızda hangi şehirler sizde derin izler bıraktı?
Roma'dan çok etkilendim, beş yıl kaldım. Büyük meydanlarıyla, tarihi yapılarıyla adeta bir müze şehir. Eğer İstanbul da 4. Haçlı Seferleri'nde Latinlerin yağmasına maruz kalmasaydı, bugün çok daha güzel bir şehirde yaşıyor olabilirdik. Tabii Türkiye'de çok güzel şehirler var fakat orijinal mimarisini koruyan şehir sadece birkaç tane; Safranbolu, Amasra gibi... Şehirlerimizin çoğunda görsel olarak mimari görüntü aynı. Bir zamanlar her yaz gittiğim Bodrum'u da artık pek sevemez oldum. Eski halini özlüyorum. İlk defa 1968 yılında gitmiştim. Daha sonra dalgıç olarak sualtı arkeolojisine katıldım. 1982 yılına kadar her yaz Bodrum'a gittim. O yıllarda altımda şalvarla yalınayak yürürdüm. Otomobiller yoktu, yol yoktu; jeep ve develer vardı sadece. Yazları dalış yapardım ve bugün Bodrum Kalesi'ndeki Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen pek çok eserin çıkarılmasında bizzat yer aldım. Şu anda da Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı'nın kurucu ve onur başkanıyım.
100 Yemek 100 Macera adlı bir kitap üzerinde çalışıyordunuz. Son durum nedir?
Şimdilik rafta bekliyor. İyi bir sponsor arayışı içindeyiz. Fakat başka bir kitap çalışmam bitmek üzere. Kısa öykülerin yer alacağı ve Doğan Kitap'tan çıkacak bir çalışma; adı sanırım Renkler olacak...
Yeni albüm çalışmalarınıza başladınız mı? Sürprizleriniz olacak mı?
En Estambul adlı son çıkan albümümden sonra iki albüm projem var. Fakat hangisine öncelik vereceğime karar vermem gerekiyor. Biri, içinde kemanların ve yaylıların olduğu daha ağır bir çalışma; diğeri ise alaturka, latin ezgilerinin ağırlıkta olacağı bir albüm olacak.