KAT MALİKLERİMİZDEN
Yaşadığım Apartmanlar Romanlarımda Vücut Buluyor
Son kitaplarından "Hayat" ve "Hüzün" ile büyük beğeni toplayan, edebiyat dünyamızın önemli isimlerinden Ayşe Kulin dergimizin ilk sayısının özel konuğu oldu. Ayşe Kulin ile, hayatındaki apartmanları, evdeki yaşamını ve Kasım ayında çıkan yeni kitabı "Gizli Anların Yolcusu"nu konuştuk...
Ayşe Kulin bir yazar olmanın ötesinde eviyle, apartmanıyla nasıl bir bağ kuruyor? Evinizin sizin için anlamı nedir? Bir kaçış noktası mıdır örneğin?
Aslında hepimiz için evimizin ortak bir anlamı var; yuvamız... Bir kaçış olarak nitelendirmeyelim ama evimi gerçekten seviyorum. İşimden dolayı sık seyahat ediyor olmam sebebiyle evimi özlediğim çok oluyor.
Peki konu, yazma eylemine gelince evde öncelikli mekan tercihleriniz hangileri oluyor?
Bir yazı masam var fakat dizüstü bilgisayarımı alarak evimin her köşesinde yazabiliyorum. Sanırım en sık çalıştığım mekan mutfak... Mutfak, benim için evin kalbidir. Şansıma, bugüne kadar oturduğum apartmanlardaki evlerimde -Nişantaşı'nda oturduğum ev hariçmutfaklarım hep büyük olmuştur. Misafirlerimi ağırlayabileceğim kadar ferah mutfaklar sayesinde, bir yandan yemek pişirirken bir yandan da iş yapabiliyorum. Son oturduğum evin bir odasının penceresi çok güzel bir günbatımı manzarasına sahip. O saatlerde manzarayı kaçırmamak için dizüstü bilgisayarımı alıp, manzaraya karşı çalışmak bana büyük keyif veriyor. Mutfak dışında çok daha rahat çalıştığım bir diğer yer ise yatağım. Sırtıma yastıkları koyup bilgisayarımı alıp çalışmak, arada bir televizyona bakmak, başucumdaki kitapları okumak benim için büyük bir zevk. Çalışırken şöyle bir özelliğim de var; kendimi dışarıdaki gürültülere kapatarak çalışabiliyorum. Yani büyük bir sessizliğe ihtiyacım yok aslında. O dünyanın içine girince hiçbir şey duymuyorum.
Hangi semtlerde oturdunuz? Anılarınızı bıraktığınız apartmanlardan ve oradaki izlenimlerinizden bahsedebilir misiniz?
Şunu belirtmeliyim ki; her gittiğim yeri sevme özelliğim var, çabuk sahiplenebiliyorum... Uzun bir dönem Yeniköy'de, bahçeli ve manzarası çok güzel bir evde oturdum. O dönemler asla şehir içinde yaşayamam diyordum ama 10 yıl boyunca Nişantaşı'nın göbeğinde küçük bir apartman dairesinde kaldım. Öncesinde oturduğum ev 750 metrekareydi. Hatta annem ve babam buraya taşındığım ilk gece uyuyamamışlardı, "bu kızcağız nasıl alışacak" diye... Çocuklarım da o zamanlar küçüklerdi, evi görünce ağlamışlardı. Onlar sömestr tatilindeyken ben evi öyle bir dekore ettim ki tatil dönüşü onlar da inanamadılar. Sonra Ulus'taki evime taşındım. O evin de özellikle mutfağını çok sevdim. Yemek odası yoktu; onun yerine mutfağı yemek odası gibi tasarlamıştım. Fakat evi çok sevmeme rağmen apartmanın önünde uzun bir yokuş olması, otopark sorunu ve kışın karşılaştığım zorluklar nedeniyle taşınarak, asla oturmak istemem dediğim Şişli'ye geldim...
Çocukluğunuzun apartmanlarına dönersek...
Çocukluğumda iki evim oldu aslında. Biri Ankara'da, diğeri Nişantaşı'ndaki anneannemin evi... Ben doğmadan birkaç ay önce geçtikleri bu evde anneannem 50 yılını geçirdi. Ben de ilkokulu bitirdikten sonra İstanbul'a gelmiştim ve hafta sonları burada kalıyordum. Baba evim değildir ama genç kızlık dönemimin hatıraları vardır o evde. Bugün bile o evi sık sık rüyalarımda görürüm. Ankara'daki baba evim Soysal Apartmanı da benim için çok önemlidir. Kızılay Meydanı'na bakardı. Yapı taşlarımın yerleştirildiği evdir diyebilirim. Annem, babam ve ben üç kişilik bir çekirdek aile olarak orada uzun yıllar yaşadık. Dört-beş girişi olan büyük bir apartmandı. Apartmanın çocuklarıyla sokakta oynardık. Hep biraradaydık, adeta bir çete gibi... O çocukların hepsinin adlarını ve yüzlerini bugün dahi unutmadım. Daha sonra tabii ileriki yıllarda evlendim, Londra'ya gittim, boşandım. Türkiye'ye geldim ve tekrar baba evime döndüm.
Bir de kitaplarınızda izlerine rastladığımız dedenizin köşkü var sanırım...
Evet, Ada'daki köşk... 12 yaşına kadar orada büyüdüm. Köşk hayatı denilen şeyi orada öğrendim. Beni etkilediği doğru; çünkü bazen farkında olmadan kitaplarımdaki satırlara bunun izlerini, oradan kalan duyguları yansıtmış oluyorum. Geçen gün bir TV programına katıldım. Programın sunucusu, misafir ettiği her kişiye uygun bir yemek yapıyor. Benim için de hoşaf yapmış, yani komposto... Dedemin köşkünde pilav, yanında mutlaka hoşaf ile birlikte gelirdi sofraya. Programdaki o ikram çok hoşuma gitmişti; bir anda bana çocukluğumu getirdi...
Anılarımızı biriktirdiğimiz apartmanlar ortak yaşam alanları olarak bir yandan da sağlıklı ve güvenli idare edilmesi gereken mekanlar... Bu noktada apartman yönetiminin profesyonel ekiplerce yürütülmesinin sizin için anlamı nedir?
Biliyorsunuz ki Türkiye'deki apartman yaşamında yöneticilik yıllardır ağırlıklı olarak kat sakinleri tarafından dönüşümlü olarak yapılıyor. Fakat bu aslında başlı başına profesyonel bakış gerektiren bir iş ve kesinlikle profesyonel ekiplerce yürütülmelidir. Örneğin, yöneticinizin bir hatasını fark ettiğinizde bunu dile getirmeniz hayli zordur; çünkü o aynı zamanda sizin komşunuzdur ve günlük ilişkilerinizin getirdiği bir samimiyetiniz vardır. Oysa sizin için çalışan profesyonel bir ekibi her zaman için sorgulayabiliyor, onlardan istediğiniz bilgileri rahatlıkla alabiliyorsunuz. Ya da yapacağınız zammı kiracınıza haber verme ve sonrasındaki muhtemel pazarlık konusunda strese girmiyorsunuz. Çünkü kiracınızla tüm iletişimi sizin yerinize profesyonel şirket devralmış oluyor. Günümüzde modern Batı ülkelerinde de bu uygulama çok yaygın ve kabul görmüş durumda.
Son olarak şunu merak ediyoruz; okurlarınız için sürprizleriniz olacak mı?
Son kitabım sanırım okuyucularım için bir sürpriz oldu. "Gizli Anların Yolcusu" aslında benim tarzımın dışında, tamamen kurguya dayalı bir roman. Konusu itibariyle de edebiyat dünyamızda çok fazla işlenmemiş bir konuya sahip. Bir aşk hikayesi ama gay aşkı...
Barışkan Ailesi ile tanışmanız nasıl oldu?
Ben önce ilk kuşağın temsilcisi Abdurrahman Bey'i tanıdım... Gerçek bir beyefendiydi; çok bilgili ve kültürlüydü. O yıllar, annemin ve babamın oturdukları yedi dairelik apartmanın yöneticiliğini üstlenmişti. Hiç unutmuyorum, apartmanda komşuları ve yönetimiyle tam bir aile havası hakimdi; yöneticimiz yılda bir kez toplantıya geldiğinde bile herkes sevinir, toplantıya iştirak ederdi. Ulus'ta aldığım ilk evime taşındığımda da Abdurrahman Bey, apartmanımızın idaresini yürütüyordu. Daha sonra kendisini kaybettiğimizde oğlu Ertuğrul Bey, Barışkan Ailesi'nin ikinci kuşak temsilcisi olarak işlerin başına geçti. Dolayısıyla o zincir hiç kopmadan devam etti. Bugün de yönetim, üçüncü kuşağın temsilcileri -bu kez hanımefendiler-, Gaye Hanım ve Aylin Hanım ile çok başarılı bir şekilde devam ediyor. Onlar aynı zamanda benim de çocuklarım gibiler... Birlikte çalışmaktan çok mutluyum; burası bir aile şirketi ve ben de kendimi bu ailenin bir parçası olarak hissediyorum.
Peki Barışkan Yönetim'in çalışma disiplini sizin hayatınızı nasıl kolaylaştırıyor?
Yaşamımı müthiş kolaylaştırıyor. Ortak bir dil yakalayamadığımız için sorunlar yaşadığım insanlarla muhatap olmak zorunda kalmıyorum. O noktada iletişimi ve benim temsiliyetimi Barışkan'ın ekibi büyük bir başarıyla yürütüyor.
Şirketin üç kuşağını da tanıdınız... Dünden bugüne değerlendirdiğinizde sizce Barışkan'da neler değişti, neler hiç değişmedi?
Eskiden İstanbul'da, bugünkü kozmopolitik yapıda pek de göremediğimiz bir beyefendilik vardı. O dönemler alınan görgünün, terbiyenin, sosyal yaşama tezahürü harikuladeydi. İşte o terbiye anlayışının, aile eğitiminin Barışkan'da adeta bir miras gibi üç kuşaktır devam etiğini görmek çok güzel. Burada kendimi evimdeymiş gibi hissetmemin en güçlü nedenlerinden biri de bu aslında...