KAT MALİKLERİMİZDEN
GÖLGESİNDE SOLUKLANDIĞIMIZ BİR ULU ÇINAR
METİN AKPINAR
Tiyatroda, sinemada, televizyonda hatta kimbilir belki bir balıkçıda... Onu nerede, ne zaman görürsek görelim; yaşımız ya da kim olduğumuz önemli olmadan gülümseriz. Çünkü o, toplumsal belleğimizin en temiz yerinde, en gülünç, en hüzünlü, en şen şakrak, en musikişinas haliyle yıllar ondan hiçbir şey eksiltmeden bütün heybetiyle durur. O efsanedir, saygıdır... O Metin Akpınar'dır...
Geçtiğimiz aylarda gazetelere yansıyan bir haber herkesi heyecanlandırmıştı. Unutulmaz, efsane tiyatro topluluğu Devekuşu Kabare'nin, yıllar sonra yeniden perde açacağı duyuruluyordu haberde. Sahnelendiği yıllarda salonları tıklım tıklım dolduran, sonradan çıkan VHS video kasetleriyle elden ele, evden eve dolaşan Türkiye'nin ilk kabare tiyatrosu, yeni oyunlarının yanı sıra eski oyunlarını da günümüze uyarlayarak bir kez daha karşımıza çıkacaktı... İşte o efsane tiyatronun kurucularından ve oyuncularından, usta sanatçı Metin Akpınar ile tam da meraklandığımız bu dönemde dergimiz için bir araya geldik. Barışkan Yönetim&Danışmanlık'ın kat maliklerinden olan Metin Akpınar'la tiyatro, sanat ve elbette musiki üzerine bakın neler konuştuk...
TİYATRODA BİR KIPIRDANMA VAR
Sizin sanatınıza baktığımızda hep toplumsal bir yön, ondan beslenen bir hiciv göze çarpıyor. Toplumsal meseleler ile sanat arasındaki ilişkiyi bugün yapılan işlerde, özellikle de mizah içeren çalışmalarda görebiliyor musunuz?
Bugünlerde içinden geçtiğimiz dönemde maalesef her alanda bir kalitesizlik gözlemliyorum. Fakat tiyatroda, yıllardır söylediğim tarzda bir kıpırdanma var ki, bu da beni mutlu ediyor. Tabii bu kıpırdanmanın bireysel çabalarla ilerlemesi yeterli değil; çünkü bir kültür politikası olarak tüm ülkeye yerleşmesi, Kültür Bakanlığı'nın da buna göre yeniden yapılanması gerekiyor. Tiyatroda ışık, dekor, tasarım, koreograf, oyun yazarlığı gibi pek çok alan var ve hepsinin anlatılması, öğretilmesi ve yaygınlaştırılması için ihtiyacımız olan ortak bir kültür politikasıdır. Türkiye'de kabare, seks, şiddet ya da korku tiyatrosu da olmalı, tüm bunlar için üniversitelerde eğitim verilmelidir.
Tiyatroya gittiğinizde sizi mutlu eden neler var peki?
Her şeye rağmen Türkiye'de bugün tiyatrolar 300-400 kişilik salonları neredeyse dolduruyorlar. Seyircilere baktığımda ailece gelenleri görüyorum. Bunlar çok sevindirici; aptal kutusunun başından kalkıp tiyatroya gitmek ciddi bir iş... Dolayısıyla bir gelişme olduğu açık ama halen kalite açısından yeterli bir noktada değiliz. Türkiye'nin nüfusuna göre ülkede tiyatro var mı derseniz, yine yok. Eğer toplamda 35-40 bin tiyatro seyirci koltuğu ve haftanın üç günü çalışan 2500 sanatçı varsa, bunlar 6-7 milyonluk bir ülke için iyi bir rakam; ancak 70 milyonluk bir ülke için değil. Sadece 9 ilde tiyatro var, çevre illere gittiklerini de düşünürseniz 45 il yapıyor. Ülkenin neredeyse yarısı tiyatrodan yoksun. O yüzden Türkiye'de tiyatro var mıdır diye sorarsanız, yok diye cevap vermek daha doğrudur.
ÖZENLİ BİR KENT KÜLTÜRÜMÜZ OLMADI!
Sahnelendiği yıllarda Devekuşu Kabare'yi ailece eğlenerek, düşünerek izleyen muazzam bir seyirci vardı. Bugün tiyatroda neden böyle bir ilişki göremiyoruz?
Devekuşu Kabare'yi 1967'de kurduk ve 1992'ye kadar aktif olarak çalıştık. Bu süre boyunca hep zirvedeydik. Bizden sonra Türkiye'de sanırım 18 kabare tiyatrosu açıldı. Hiçbiri ayakta duramadı. Son dönemlerde yapılan işler ise daha ziyade televizyona yönelik olduğundan bir boyutuyla eksik kaldı hep. Biz o güzellikleri yaptığımız dönemde nüfusun yüzde 70'i kırsalda, kalanı ise kentte yaşıyordu. Kentte yaşayanlar haftada en az bir kitap okur, her gün gazeteleri takip eder, tiyatroya, baleye giderdi. Dolayısıyla daha rafine, daha kaliteli bir sanat tüketicisi vardı. Hal böyle olunca üreten de kaliteli üretmek zorundaydı. Sonra köyden kente büyük bir göç başladı. Bugün Türkiye nüfusunun yüzde 48'i kentte yaşıyor artık. İnsanlar köylerini bırakıp şehirlere gelirken, oradaki kültürlerini de bırakarak geldiler. Ancak şehirlere de adapte olamadılar. Bunun sonucunda da özenli bir kent kültürümüz olamadı ve bu hayatımızın her alanına yayıldı.
Bu durumda ortak bir kent kültürü politikasının o yıllarda mı devreye girmesi daha iyi olurdu?
Kültür ihtilalinin bundan 50 yıl önce devreye girmesi gerekiyordu fakat beceremedik, Cumhuriyetin getirdiklerini sürdüremedik. Bugün halen eksikliğini hissettiğimiz aslında bir kültür ihtilalidir. Taşlı, sopalı bir ihtilal değil elbette; gerçek anlamda demokrasinin benimseneceği, insan haklarının, özgürlüğün doğru işleyebilmesi için anayasada yazılı olan sosyal hukuk devleti ilkelerinin göz ardı edilmeyeceği bir bakışın tüm ülkeye nüfuz etmesinden söz ediyorum...
Sizce tiyatro ve sinemada Anadolu'nun mirasından yeterince yararlanabiliyor muyuz?
Anadolu mükemmel bir kolaj, müthiş bir folklor... Fakat bu zenginliği zaman içinde bir kültüre dönüştüremedik. Çünkü kültür olabilmesi için bunların geçirgen olması, kaynaşması gerekiyordu. Bakın Yunanistan'a, Karagöz ve Hacivat'ı sahiplendiler, geliştirdiler; işin içine perspektif eklediler, derinlik kattılar. Bizler zamanında iyi arşivler oluşturamamışız, biraz da bu yüzden zorluk çekiyoruz. Zamanında bir Kavuklu Hamdi çalışmam olmuştu. Fotoğrafları vardı ama o günkü koşullarda kayıtlara geçmiş bir sesini bulamamıştım. Ben de İsmail Dümbüllü ve yıllarca Karagöz-Hacivat'ı oynatan sanatçımız Hayali Küçük Ali'den esinlenerek, Metin Akpınar'ı da içine kattığım bir Kavuklu tiplemesi yaptım. Söylemek istediğim, sanatta ve kültürde arşivcilik çok önemli. Bunu beceremediğimiz için de geleneksel tiyatromuzu unuttuk.
Meşhur şarap tanrısı, Zeus'un oğlu Dionysos, biliyorsunuz aynı zamanda tiyatronun ve bayramın da kurucusudur. Dionysos şenliklerinde evler temizlenir, güzel yemekler yapılır, yeni kıyafetler giyilir ve insanlar gezip, eğlenirler. Bizim bayramlara da bakarsak aşağı yukarı her şey aynıdır. Dionysos şenliklerinde olduğu gibi, bayram yeri ve panayır kavramlarına da yabancı değiliz. Karagöz-Hacivat ya da orta oyunu işte o panayır yerlerinde doğmuştur. Şimdi bunları önemsemeyip, Zeus'u inkar edip, köy gibi bir güzelliği bırakıp bugünlere gelmişiz. Köy, tıpkı ev gibidir. Köyden beslenmezsen ne kasaban ne şehrin ne de sanatın olur. Mutlu olmamız için bugün sadece beslenme ve üreme içgüdülerimizi beslememiz yetmiyor. Çünkü başka açlıklar da var; sanatı, mimariyi, müziği, doğayı da sevmemiz gerekiyor. O zaman gerçek bir insan olmanın mutluluğunu yaşayabiliriz.
ARTIK BİR ALBÜM ŞART OLDU!
Tiyatro, sinema ve televizyonlarda sergilediğiniz işlerde hep bir musiki imzası var. Musiki sizin işlerinizde izleyiciyi alıp götüren bir parantez açıyor. Sizdeki karşılığı nedir musikinin?
Müzik çok ciddi bir kültürdür, medeniyettir. Bizde ne yazık ki saray musikisi diye tanımlanan klasik Türk musikisi var. Atatürk'ün çabalarına rağmen ülkemizde klasik Batı müziği maalesef gelişemedi. Atatürk, 1926 yılında Dünya Sanayi Fuarı'na eksiksiz bir orkestra göndermişti. Neredeyse 90 yıl önceki vizyondan bugün nereye geldiğimizin mukayesesini siz yapın. Bütün sorun kültür dediğimiz olgunun, alt kültüre geçememesinden kaynaklanıyor. Alt kültürün üst kültüre dayatması gerekiyor. Biliyorsunuz Arjantin'de tango, alt kültürün bir ürünüyken üst kültüre baskı yaparak kendini kabul ettirmiştir...
DEVEKUŞU KABARE'Yİ YAZ DÖNEMİNDE SAHNELEYEBİLİRİZ
Devekuşu Kabare'yle ilgili süreç yavaş ilerliyor, çünkü yazar sıkıntısı çekiyoruz. Kabareyi yeniden hayata geçirme konusunda eski oyunları da bugüne uyarlayarak bir kolaj yapalım; hem eskiyi anımsatalım hem de tiyatroyu seven gençler için bir motivasyon sağlayalım diye düşündük. Nisan ayında sahnelemeyi planlamıştık fakat şimdilik ileri bir tarihe erteledik. Her şey yolunda giderse, belki yaz döneminde sahneleyebilir ve turneye çıkabiliriz.
Peki TRT Müzik'teki programınız neden sona erdi?
Güzel gidiyordu fakat uzun sürmedi. Kanal tarafından temposu yavaş bulundu, reytingi yetersiz görüldü. Halbuki bu tatta bir program yoktu ekranlarda (Sanırım halen yok). Ben de hızlandırmak istemediğimi söyledim ve karşılıklı anlaşarak programı bitirdik. Şimdi kendi albümümü yapacağım; adı da "İnadına Fasıl" olacak...
Biraz da sanat tüketicisinin mi talepkar olması gerekiyor?
Tabii ki, sanat tüketicisinin talep etmesi şart. Siz isterseniz olacak. Televizyonda seviyesiz bir program başladığında kapatacaksınız, gerekli yerlere tepkinizi ileteceksiniz. Bunu yapmadığımız sürece toplum olarak uyuşmaya mahkumuz. Dikkat edin, artık uluslararası büyük sermaye grupları bile devletlerle uğraşmayı bıraktı; çünkü artık kent devletler olacak.
Sanatın en güzel tarifi: "insanı, insana, insanla ve insanca anlatan anlatı"dır. Değerinin yeterince anlaşılması için selüloz tüketimini bir miktar artırmak gerekiyor. Bizim ülkemizde kağıt maalesef tüketilmiyor. Tuvalet kağıtları, peçeteler dahil kişi başı 13-14 kilo selüloz tüketiyoruz. Batı'da bu 80-85 kilolara kadar çıkıyor. Ben kendimi bildim bileli bizde gazeteler 2-3 milyon satar. Japonya'da bir dergi 8 milyon satıyor. Kitap satışlarımıza baktığımızda da tablo aynı...
Sanat konusunda siyasi otoritenin, yerel yönetimlerin, sermaye gruplarının yatırımlarının olmaması ya da yetersiz olması da bir başka sorun. Büyük holdinglerin iz bırakmak için yaptığı birkaç binayı yeterli görmüyorum. Anadolu Yakası'na bakıyorum, neredeyse hiç kültür binası yok. Her binanın altına çok amaçlı tiyatro salonları yapılması yönünde yönetmelikler olsa...
APARTMENTS DERGİSİ
BÜYÜK BİR İHTİYAÇ!
Apartments dergisinin çok ciddi bir gereksinim olduğu kanaatindeyim. Çünkü apartman/site yaşamı ve kurallarında düzeltilmesi gereken çok şey var. Ortak bir yaşam alanı kültürümüz var ve burada da ihtilal gerekiyor. İlk olarak da, yarım asır önce yürürlüğe giren Kat Mülkiyeti Kanunu'nu bugünün ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlemek gerekiyor. Dergi aracılığıyla bu hususların dillendirilecek olması beni mutlu ediyor. Bu noktada derginin, ortak yaşamları paylaştığımız apartmanların ve onlarla ilgili gelişmelerin de ortak bir hafızası olarak her yeni sayıda daha çok değer kazanacağını düşünüyorum. 30 yıllık tecrübesiyle Barışkan Yönetim&Danışmanlık'ın, profesyonel bir yönetim şirketi olarak bu süreçte yönlendirici olacağına, hızlı ve sağlıklı çözümler üreteceğine inanıyorum.